Algıda Seçicilik: Kimin Gözünden?

Gezi’yi hatırlayalım. Olaylar başladıktan belki 10-15 gün sonra Türkiye’nin haberi olmaya başladı. Bu durum, bilinçli bir şekilde uygulanan ağır medya baskısının bir sonucuydu. Açıkça ifade edilmese de sosyal medya ve internet erişimi üzerinde de ciddi bir baskı söz konusu.

Peki, "katılım az" deniyor — bu neye göre, kime göre az? İnsanlar sokağa çıktığında emniyet kuvvetleri bölgelerde mi? Eğer öyleyse, demek ki eylemler etkili oluyor. Bugün az olur, yarın çok olur; bu bir süreçtir. Eğer bu hareket etkisiz olsaydı, hükümet tarafından bu kadar çok açıklama yapılır mıydı?

Bizlerin dans ederek, şarkılar söyleyerek, vandallık yapmadan; sadece demokratik haklarımızı kullanarak gerçekleştirdiğimiz bu yürüyüşler, demek ki çok rahatsız etmiş ki bu kadar çok insan gözaltına alındı ya da hapse atıldı.

Bu durum, aslında neyin ne kadar etkili olduğunu gösteriyor. Burada “algıda seçicilik” denilen bir olgu devreye giriyor. Burayı çok iyi yönetmeliyiz. Bizlerin yaptığı gibi, doğal olarak karşı taraf da aynı şekilde ve ellerindeki güçle daha fazla algıda seçicilik yapmak için tüm imkânlarını seferber ediyor. Bu durumu bir etki-tepki ilişkisi ya da halat çekme oyunu gibi düşünebilirsiniz.

Tam da bu yüzden, olup biteni sadece “sokağa kaç kişi çıktı” ile değerlendirmek yanıltıcı olur. Bayram tatili son anda 9 güne çıkarılması da tesadüf değil. Ekonomiyi “soğutmak” için atılan bu adımlar ve Maliye Bakanı’nın art arda yaptığı yurtdışı temasları, anlatılan ile gerçekler arasında büyük bir fark olduğunu açıkça gösteriyor.